Göz Göze Nasıl Yazılır TDK? Bir Tarihçinin Dili ve İnsanlık Hikâyesi Üzerine Düşünceleri
Geçmişin izlerini sürerken, bir tarihçi olarak insanlığın en eski iletişim biçimlerinden birinin bakış olduğunu görürüm. Alfabeler, diller, kültürler değişmiştir ama iki insanın birbirine baktığı o sessiz an – göz göze gelmek – hâlâ aynı duygusal yoğunluğu taşır. Bugün “göz göze nasıl yazılır?” sorusu yalnızca dilbilgisel bir merak değildir; bu ifade, insanın tarih boyunca kurduğu en derin bağın yazıya dökülmüş hâlidir.
TDK’ya Göre Doğru Yazımı: “Göz göze” Ayrı Yazılır
Türk Dil Kurumu’nun resmi kaynaklarına göre bu ifadenin doğru yazımı “göz göze” şeklindedir. Yani ayrı yazılır.
Yanlış örnekler: gözügöze, gözgöze veya göz- göze gibi biçimlerdir.
Bu ifade iki ayrı “göz” sözcüğünün tekrarıyla oluşturulmuş bir ikilemedir ve birleşik kelime değildir. Bu nedenle TDK yazım kurallarına göre ayrı yazılması gerekir.
Ama işin ilginç yanı, “göz göze” sadece bir dilbilgisi konusu değil, insanlık tarihinin en eski duygusal temasıdır.
İlk Temas: Tarihin Bakışı
İlk insanlar kelimeleri henüz bulmamışken, bakış bir tür iletişim aracıydı. Mağara duvarlarına kazınmış resimlerde bile gözler hep belirgindir; çünkü göz, insanın iç dünyasının dışa yansımasıydı.
Antropolojik araştırmalara göre, “göz göze gelme” davranışı hem güven hem tehdit anlamına gelirdi. Bir kabile üyesiyle göz göze gelmek, dostluk göstergesi olabileceği gibi meydan okuma anlamına da gelebilirdi.
Bu nedenle “göz göze” ifadesi tarihsel olarak sadece dilde değil, toplumsal ilişkilerde de bir kırılma noktası olmuştur. İnsanoğlu ilk defa “bakış”la duygu aktarmayı, anlamı kelimesiz kurmayı o dönemlerde öğrenmiştir.
Antik Dönemden Osmanlı’ya: Bakışın Kültürel Anlamı
Antik Yunan’da “göz” tanrısal bir güçtü. Medusa’nın bakışı insanı taşa çevirirdi; çünkü göz, “ruhun ışığı” olarak kabul edilirdi. Orta Çağ’da ise göz göze gelmek kimi zaman yasaklı bir yakınlıktı.
Osmanlı’da bakış daha ince, daha zarif bir dil hâline geldi. Aşk mektuplarında, divan şiirlerinde sevgilinin gözü, kalbin diliydi. Şair Fuzûlî, bir bakışı “bin söz”e bedel saymıştı.
O yıllarda göz göze gelmek sadece bir duygusal temas değil, edebin ve derin anlamın simgesiydi. Dönemin toplum yapısında fiziksel temasın sınırlı olduğu ilişkilerde, bakış adeta bir iletişim biçimi hâline geldi. Böylece “göz göze” olmak, bir duygu köprüsü kurmanın en estetik yolu oldu.
Modern Çağın Kırılması: Göz Göze Gelmemek
20. yüzyılın şehirleşmesi ve teknolojik dönüşümü, insanların birbirine bakışını bile değiştirdi. Kalabalık caddelerde, metrolarda veya ekranların önünde, artık insanlar birbirinden kaçan bakışlarla yaşamaya başladı.
Sosyologlara göre, “göz göze gelmemek” modern insanın savunma mekanizmasıdır. Göz teması kurmak, bir anlığına bile olsa duygusal bağ kurmak anlamına gelir ve bu, hızlı ve yalnız yaşam biçiminde çoğu zaman korkutucudur.
Böylece “göz göze” sadece bir deyim olmaktan çıktı; toplumsal bir göstergeye dönüştü. İnsanlar artık birbirine değil, telefon ekranlarına bakıyor. Gözler buluşmadıkça anlamlar eksiliyor, empati azalıyor.
Dijital Çağda Gözün Sessizliği
Günümüzde “göz göze” olma hâli, neredeyse nostaljik bir deneyimdir. Zoom toplantılarında, sosyal medyada ya da mesajlarda bakışların yerini “emoji gözleri” almıştır.
Psikologlar, doğrudan bakışın insan beyninde empatiyi tetiklediğini, güven duygusunu artırdığını belirtir. Ancak dijital çağın insanı artık bu doğal iletişim biçiminden giderek uzaklaşmaktadır.
Bir tarihçi gözüyle bakıldığında, bu durum insanın duygusal evriminde ciddi bir kırılma noktasıdır. Çünkü tarih boyunca “göz göze gelmek”, barışın, aşkın, güvenin ve anlayışın başlangıcı olmuştur.
Sonuç: TDK Yazımından İnsanlık Hikâyesine
TDK’ya göre doğru yazım “göz göze” şeklindedir. Ancak bu iki kelimenin birleştiği yerde sadece dilin değil, insanlığın da tarihi yatar. Göz göze gelmek, binlerce yıl öncesinden bugüne uzanan en sade ama en derin iletişim biçimidir.
Bugünün hızla değişen dünyasında, belki de yeniden birbirimizin gözlerine bakabilmek; hem dilin hem insanlığın özünü hatırlamaktır.
Göz göze — hem TDK’nın dilinde, hem tarihin kalbinde, insanın kendine ve ötekine en saf dönüşüdür.